Haydarpaşa Garı uzun zamandır kapalı. Çatısı yanalı yıllar geçti, şehrin en görkemli yapılarından biri sessizce bekliyor. Şimdi gündemde yeni bir fikir var: Garın sanat merkezine dönüştürülmesi. İlk bakışta kulağa hoş geliyor; kültür, sanat, etkinlik… Ama biraz yakından bakınca şu soruyla karşılaşıyoruz: Bir şehrin tarihini, sadece dekor mu yapıyoruz?
Haydarpaşa sadece bir bina değil. Milyonlarca insanın hatırasının geçtiği bir kavşak. Anadolu’dan İstanbul’a gelenlerin ilk durağı. Kavuşmaların, ayrılıkların, gözyaşlarının ve umutların mekânı. Yani İstanbul’un hafızası. Bir hafıza mekânını işlevsiz bırakıp başka bir kimliğe büründürmek, şehrin ruhunu değiştirmek değil mi?
Sanat merkezi fikri elbette kötü değil. Ama şu soruyu sormadan edemiyoruz: Neden Haydarpaşa? İstanbul’un boş arazileri, kullanılmayan devasa yapıları varken neden ulaşım tarihinin simgesi bu gar seçiliyor? Burada mesele sanat değil, kentin rant düzeni mi?
Dünya örneklerine bakıyoruz: Berlin’deki Hauptbahnhof hâlâ ana tren istasyonu olarak işlev görüyor, ama içinde sanat ve kültür de var. Paris’teki Orsay Garı ise müzeye dönüştürüldü ama bu karar, gar artık işlevini yitirdiğinde alındı. Haydarpaşa ise hâlâ bir ulaşım belleğine sahipken, onu “sanat dekoruna” çevirmek hafızayı silmek anlamına gelir.
Kültür ve Turizm Bakanlığı, bu projeyi “tarihi yaşatmak” diye sunuyor. Oysa tarihi yaşatmak, sadece taşları korumak değil; işleviyle birlikte yaşatmaktır. Bir garı korumak demek, trenlerin yeniden uğramasını sağlamak demektir. İnsanların hayatıyla, şehrin damarlarıyla bağını koparmamak demektir.
Haydarpaşa’nın geleceği bir testtir: İstanbul, hafızasına mı sahip çıkacak yoksa onu dönüştürerek “turistik bir kartpostal”a mı çevirecek?
Gerçek koruma, dönüştürmek değil, yaşatmakla mümkündür. Ve Haydarpaşa, şehrin kalbinde hâlâ atıyor. Onu susturmak yerine, yeniden rayların sesiyle buluşturmak gerek.


