Cumhuriyet kolay kurulmadı.
O dönemin şartlarında, yıkılmış bir imparatorluğun küllerinden, açlık ve yoksulluğun ortasında bir ülke yeniden ayağa kaldırıldı.
Atatürk ve arkadaşları, neredeyse imkânsız görünen bir şeyi başardı:
Cumhuriyeti ilan ettiler.
Bu sadece bir yönetim değişikliği değildi; bir zihniyet devrimiydi.
İnsana, “Sen düşünebilirsin, sorgulayabilirsin, kendi kaderini kendin belirleyebilirsin” diyen bir devrim.
Bugün o Cumhuriyet’in ikinci yüzyılındayız.
Ama hâlâ bazı şeyleri sorgulamak suç gibi görülüyor.
İnsanlar tutuklanıyor, suçlamalar havada uçuşuyor.
Ve biz, her defasında aynı soruyu sormak zorunda kalıyoruz:
Gerçekten neyin bedelini ödüyorlar?
Suç işlemiş olsalar bile, bu kadar uzun tutukluluk adalet midir?
Yoksa bazıları sadece susturulmak, etkisiz hale getirilmek için mi içeride tutuluyor?
Bu soruların cevabı kadar, bu soruları sorabilme cesareti de önemli.
Cumhuriyet, soru sorma hakkıdır.
Mizah yapabilmek, eleştiri yazabilmek, fikir beyan edebilmek… bunlar bir ülkenin canlılığının göstergesidir.
Oysa biz bazen gülmekten, bazen konuşmaktan bile korkar hale geldik.
Cumhuriyet’in temeli, korkusuz düşüncedir.
Atatürk’ün bize bıraktığı en büyük miras, sadece bir devlet sistemi değil; özgür akıldır.
O akıl susarsa, Cumhuriyet’in ışığı da yavaş yavaş söner.
Bugün hepimize düşen görev, o ışığı yeniden yakmaktır.
Sormaktan korkmamak, gülmekten çekinmemek, düşünmekten vazgeçmemek…
Çünkü Cumhuriyet, sadece bayrakla değil, soran insanla yaşar.

Cumhuriyet’in en büyük gücü, susturulamayan sorulardır.


