Siyasette uzun süre iktidarda kalmak büyük bir güç verir. Ama aynı zamanda ağır bir yük de getirir. 20 yıl, 30 yıl ya da daha fazlası… Bu kadar uzun sürede artık mesele sadece ülkeyi yönetmek olmaktan çıkar, varlığını korumaya dönüşür. İşte o noktada devreye “kaybetme korkusu” girer.
Başlangıçta hizmet etme, reform yapma ya da toplumu dönüştürme amacıyla yola çıkan iktidarlar, yıllar içinde farklı bir ruh haline bürünür. Gücün verdiği alışkanlık, bağımlılık yaratır. Artık mesele yeni projeler üretmekten çok, mevcut düzeni sürdürmek olur. Çünkü kaybetmek, sadece koltuğu değil, bütün bir düzeni kaybetmek anlamına gelir.
Bunun örneklerini sadece Türkiye’de değil, dünyada da gördük. Rusya’da, Macaristan’da, bazı Latin Amerika ülkelerinde… İktidar uzadıkça çevresinde bir “bağımlı kadro” oluşur. Bu kadro gücünü koltuktan alır, varlığını o düzen sayesinde sürdürür. Dolayısıyla koltuğun kaybı sadece liderin değil, bütün kadronun kaybıdır.
Toplum gözünde de uzun süreli iktidarlar devletle özdeşleşir. “İktidar giderse devlet çöker” algısı yayılır. Oysa devlet baki, iktidar geçicidir. Ama koltuğa uzun süre oturanlar bu ayrımı görmek istemez hale gelir.
En büyük sorun ise şudur: Güç uzadıkça kaybetme korkusu büyür. Korku büyüdükçe iktidar daha sertleşir, daha kapalı hale gelir. Çünkü artık mesele yönetmek değil, hayatta kalmaktır.
Belki de asıl soru şudur: Bir ülke için daha tehlikeli olan nedir? Gücü kaybetme korkusuyla yönetilmek mi, yoksa gücü paylaşarak yeni bir sayfa açmak mı?


