Türkiye’de yıllardır çözülemeyen en önemli meselelerden biri yeniden gündemde: PKK ve barış süreci. Son günlerde yapılan açıklamalar, örgütün bazı kanatlarında “barış sürecine yeniden dönülmesi” yönünde bir isteğin dillendirildiğini gösteriyor.
Ama hemen akla gelen ilk soru şu: Bu talep ne kadar samimi?
Türkiye, geçmişteki çözüm süreci deneyiminden ağır dersler çıkardı. Kamuoyunda hâlâ hatırlanan hendek olayları, silah bırakma tartışmaları, siyasetin içindeki çelişkiler… Tüm bunlar, sürece güveni zedelemiş durumda. Bugün barış çağrıları yapılırken, vatandaşın zihninde şu soru dolaşıyor: “Yine aynı filmi mi izleyeceğiz?”
Bir başka boyut da siyasî. Türkiye’de seçim atmosferi her zaman bu tür çıkışların gölgesinde değerlendirilir. Barış talebi gerçekten çatışmasızlık için mi, yoksa siyasî koz olarak mı masaya geliyor?
Uluslararası dengeler de işin bir parçası. Ortadoğu’da kartlar yeniden karılırken, Türkiye’nin güney sınırında devam eden çatışmalar, Suriye ve Irak’taki tablo, bu açıklamaların tesadüf olmadığını düşündürüyor.
Peki toplum bu sürece nasıl bakıyor? Yıllarca süren acılar, kayıplar ve güvensizlikten sonra, insanlar yeniden bir “çözüm” kelimesini duymak istiyor mu? Yoksa barış kelimesi bile artık yaralı bir umut mu?
Sonuçta kritik soru aynı kalıyor: Barış gerçekten isteniyor mu, yoksa barış çağrısı bir pazarlık aracından mı ibaret?
Belki de bugün tartışılması gereken, sadece sürecin başlayıp başlamayacağı değil. Asıl mesele şu: Türkiye, barışın koşullarını toplumsal zeminde olgunlaştırmadan, yeni bir yol yürüyebilir mi?


