Bugün Türkiye’de en büyük tartışma aslında rakamlardan, manşetlerden ya da siyasilerin kürsüde söylediklerinden ibaret değil. Asıl tartışma şu: Biz gerçeği nereden görüyoruz?
Hükümet kendi penceresinden bakıyor, tabloyu parlak görüyor: “Yatırım var, büyüme var, istikrar sürüyor.”
Muhalefet ise aynı tabloya bakıyor ama başka şeyler söylüyor: “Kriz var, tıkanma var, halk zor durumda.”
İkisi de aynı resmi gösteriyor ama farklı yorumluyor.
Medya ise resmin üstüne kendi fırçasını sürüyor. Kimi ışığı parlatıyor, kimi gölgeyi büyütüyor. Uluslararası medya uzaktan bakıyor ve çoğu zaman daha sert, daha acımasız bir tablo çiziyor.
Ama sokaktaki insan için tablo çok daha net:
Pazara gidiyor, fiyatlara bakıyor. Hastaneye gidiyor, sırayı görüyor. İşsiz kalıyor, istatistiği değil, kendi hayatını yaşıyor. Yani gerçek aslında hepimizin cebinde, mutfağında, nefesinde.
Burada sorulması gereken soru şu:
Biz gerçeği öğrenmek için gerçekten kime güveniyoruz?
Siyasetçiye mi, gazeteye mi, yoksa kendi yaşadığımıza mı?
Belki de en hassas nokta şu:”
Biz bazen kendi tuttuğumuz tarafın anlattıklarına inanmak istiyoruz. Gözümüzün önünde başka bir şey olsa bile, görmek istemiyoruz. Çünkü itiraf etmek zor geliyor.
Ama şunu düşünelim:
Eğer herkes kendi tuttuğu partiyi sorgulasa…
“Sen bana ne vaat ettin? Neden yapmadın? Niçin böyle oldu?” diye sorsa…
O zaman gerçek daha net görünmez mi?
Çünkü asıl mesele tarafların birbirini eleştirmesi değil, kendi eksiklerini kabul etmesi. Ancak o zaman siyaset çözüm üretebilir.
Ve belki de en basit ama en güçlü cümle şu:
Gerçek aslında ortada. Ama herkes farklı gözlüklerle baktığı için bir türlü aynı şeyi görmüyoruz. Belki de yapmamız gereken şey, o gözlükleri biraz olsun çıkarıp aynı manzaraya birlikte bakmak.



