Avrupa Parlamentosu’nda yine göç konuşuluyor. Dosyalar açılıyor, tablolar dolusu rakamlar, kotalar, sınırlar… Hepsi kağıt üzerinde düzenlenmiş. Ama benim aklım hep aynı soruya takılıyor:
Bu insanların hikâyesi nerede?
Ben rakamları gördüğümde, arkasında bir hayat, bir yolculuk, bir kayıp, bir umut görüyorum. Ama parlamento salonunda bunların hiçbiri yok. Orada sadece “kriz”in rakamları var.
Peki Avrupa gerçekten neyi tartışıyor?
– Göçmeni insan olarak mı görüyor, yoksa güvenlik riski olarak mı?
– Değerlerini mi korumaya çalışıyor, yoksa sınırlarını mı?
– Çözüm mü arıyor, yoksa sorunları öteleyip zamanı mı kazanıyor?
Bana kalırsa mesele sadece göçmenler değil. Avrupa aslında kendi aynasına bakıyor. İnsan hakları söylemiyle güvenlik önlemleri arasına sıkışmış bir kıta… Ve o sıkışmada en çok ezilen, yine en savunmasız olanlar: göçmenler.
Belki de asıl soru şu:
Avrupa’nın geleceğini göçmenler değil, Avrupa’nın kendi değerleri belirleyecek. Onları ne kadar sahici yaşadığına bağlı.


