Bazen en büyük hayal kırıklığını, en yakınlarımızdan görüyoruz. Elimizde bir proje olur, bir hayal, uğruna gecemizi gündüzümüze kattığımız bir emek… Tam “artık oldu, biraz destekle uçacak” dediğimiz anda, en yakınlarımızdan sessizlik gelir. Ya da kibarca söylenmiş bahaneler: “Çok yoğunum”, “bu hafta zor”, “sonra bakalım…”
Aslında biliriz; isterse zaman yaratabilirdi. Ama demek ki istemiyor. Ya da inanmıyor. Belki de içten içe kıskanıyor. Belki de anlamıyor. Çünkü dışarıdan bakınca bizim için büyük olan şey, onun gözünde sadece bir “uğraş”, bir “hobi” gibi görünüyor.
Yakın olmak bazen işte böyle ters teper. Bizi çok iyi tanıdıkları için, hayalimizi de sıradanlaştırıyorlar. Onların gözünde hâlâ o “elektrik faturasına söylenen” kişi olarak kalıyoruz. O yüzden de yaptıklarımızın büyüklüğü gözlerinden kaçıyor.
Bunu fark edince insan üzülüyor. İçinden “ben olsam daha çok destek verirdim” diye geçiriyor. Ama dürüst olalım: Belki biz de bazen aynısını yapıyoruz. Bir dostumuz heyecanla bir şey anlattığında, “bu hafta olmaz” deyip kenara çekildiğimiz olmuyor mu?
Belki de mesele sadece zaman değil. Belki karşımızdakinin adımı, bizim yapamadıklarımızı hatırlatıyor. Belki o yüzden geri duruyoruz. Belki de en yakınımızın başarısından korkuyoruz: “Ya o yaparsa, ben neden yapmadım?” sorusuyla yüzleşmekten çekiniyoruz.
Ama bütün bu karmaşanın içinde gerçek şu: Eğer insan hayalinin peşinde yürümeye devam ediyorsa, yalnız kalsa bile, en değerli şeyi kanıtlamış olur: Kendi inancını. Çünkü kendine inanmak, başkalarının desteğinden de büyük bir güçtür.
Destek olunsa güzeldir. Ama destek olunmasa da yürümeye devam edenler, işte onlar gerçekten fark yaratır.

Bazı insanlar sana o kadar yakındır ki, senin hayallerinin değerini isteyerek değil, alışkanlıktan görmezden gelirler – çünkü senin aslında ne kadar özel olduğunu unutmuşlardır. (K.S.C.)


