Daha uçak yerden kalkmadan, hoparlörlerden tanıdık bir anons duyulur:
“Lütfen cihazlarınızı kapatın veya uçak moduna alın.”
Çoğumuz için bu cümle artık emniyet kemeri sesi kadar rutin. Kimileri bunu ciddiye alır, kimileri görmezden gelir, bazıları ise çağdışı bulur. Oysa bu küçük kuralda, ilk bakışta fark edilmeyen daha derin bir anlam vardır.
Uçak modu gereksiz bir tuş değil, sessiz bir koruyucudur. Cihazlarımızın sürekli yaydığı görünmez dalgaları bir süreliğine susturur. Ne bir sinyal baz istasyonu arar, ne veri paketleri havada koşuşturur, ne de Bluetooth karşılık arar. Bizim için neredeyse fark edilmez, ama kokpitteki ekip için bu çok şey ifade eder: Daha az arka plan gürültüsü, kulakta daha az uğultu, özellikle de her saniyenin kritik olduğu anlarda daha az dikkat dağınıklığı.
Elbette modern uçaklar güçlü korumalarla donatılmıştır. Teknoloji o kadar gelişmiştir ki, tek bir telefonun uçağı etkilemesi son derece düşük bir ihtimaldir. Avrupa Birliği artık uçaklarda 5G kullanımına bile izin veriyor. Ama mesele uçağın düşme ihtimali değil; birçok küçük rahatsızlığın toplam etkisidir. Bir telefonun hoparlörde yarattığı cızırtıyı bilen, kokpitte aynı anda onlarca cihazın ağ aramasının ne kadar rahatsız edici olabileceğini de tahmin eder. Ölümcül değil, ama gereksiz. Ve havada “gereksiz” bile fazladır.
Bu yüzden uçak modu sadece bir sembol değil, önemli bir önlemdir. Ne büyük felaketleri önler, ne mucizeler yaratır; ama iletişimin net kalmasını, kafaların daha rahat olmasını sağlar. Küçük bir hareketle büyük bir sürecin sorunsuz işlemesine katkı vermek de bunun parçasıdır.
Belki de bu ritüelde başka bir mesaj gizlidir. Uçak modu bize, her an ulaşılır olmanın gerekmediğini hatırlatır. Sessizliğin, sürekli bağlantıdan daha değerli olabileceği anlar vardır. Uçakta buna mecbur kalırız, ama yerde bunu pek yapmayız. Oysa asıl ihtiyaç duyduğumuz güç bazen işte bu kesintidedir.
Uçak modunu kabinin dışında da tanıyan biri, mesajların, aramaların, maillerin bitmeyen gürültüsünü kapatmanın ne kadar özgürleştirici olduğunu bilir. Nasıl ki pilotlar uğultu sustuğunda daha net duyuyorsa, biz de sürekli bağlantı sustuğunda kendimizi daha net duyarız. Belki de bu küçük düğmenin asıl öğrettiği şudur: Bazen dışarıyla daha az bağlantı kurmak, içeride kendimizle daha güçlü bir bağ kurmamızı sağlar.



