Türkiye’nin dört bir yanında aynı manzara: Bir parkta oynayan çocukların yanında kuyruk sallayan köpekler, apartman önlerinde uyuyan kediler, bir simitçinin peşinden ayrılmayan dost canlısı hayvanlar. Ama aynı kareyi bir başkası bambaşka bir gözle görebiliyor: “Tehlike”, “ısırılma riski” ya da “hijyen sorunu.”
Kimi için sokak köpeği ya da kedisi, hayatın doğal bir parçası. Çocuklara hayvan sevgisini öğreten, yaşlıların yalnızlığını hafifleten, hatta mahallenin güvenlik görevlisi gibi görülen bir dost. Fakat başkaları için durum öyle değil. Özellikle saldırgan sürülerin haber olması, sokakta saldırıya uğrayan insanların hikâyeleri, bu tartışmayı her geçen gün daha da sertleştiriyor.
Sorunun özü şurada yatıyor: Biz gerçekten sokak hayvanlarıyla bir arada yaşamayı öğrenebildik mi? Yoksa sadece birbirine zıt iki uçta mı savruluyoruz?
Bir taraf “hayvan sevgisi” diyor, diğer taraf “can güvenliği.” Arada kalan ise çözüm bekleyen milyonlarca sokak hayvanı.
Peki, ortak bir yol mümkün mü?
- Belediyelerin barınak kapasiteleri yeterli mi?
- Kısırlaştırma programları etkili yürütülüyor mu?
- İnsanlar gerçekten bilinçlendiriliyor mu, yoksa tartışma sadece sosyal medyada mı kalıyor?
Sokak hayvanı meselesi, aslında toplumsal bir ayna. Hem merhametimizi hem de korkularımızı yansıtıyor. Belki de asıl çözüm, hayvanı ya da insanı tek başına merkeze koymadan, ikisini birlikte düşünebilmekte.



