Bir toplumun geleceği gençlerinde saklıdır derler. Ama Türkiye’de gençlerin yüzüne dikkatle bakıldığında, gözlerde ışık değil, gölgeler görülüyor. Son yıllarda yapılan araştırmalar, gençlerin büyük bölümünün geleceğe dair umutsuz olduğunu, işsizlik kaygısı, ekonomik belirsizlik ve sosyal baskılar nedeniyle tükenmişlik yaşadığını ortaya koyuyor.
Üniversiteyi bitiren bir gencin “iş bulabilir miyim” endişesi, okul yıllarını bir zevkten çok, zorunluluk haline getiriyor. Yarınlarını kurma umudu, yerini “acaba yurt dışına gidebilir miyim” sorusuna bırakıyor. Psikolojik destek almak isteyenlerse ya ekonomik imkân bulamıyor ya da bu ihtiyacını dile getirmekten çekiniyor.
Gençlerin en doğal hakkı, umutla yarına bakabilmek. Fakat onlar bugün, stresin, depresyonun, kaygının yükünü omuzlarında taşıyor. Sokakta, kafede, kampüste gördüğümüz sessiz bakışlar aslında büyük bir çığlığın sessiz yankısı.
Bir toplumun refahını ölçmek için yalnızca ekonomik veriler yeter mi? Gençlerinin gözlerindeki parıltıyı kaybettiği bir ülke, gerçekten ileriye gidebilir mi?
Açık Soru:
Gençlerin psikolojik sorunlarını yalnızca “kişisel zayıflık” olarak görmeye devam mı edeceğiz, yoksa bu krizin ardında yatan ekonomik ve toplumsal sorumlulukları da kabul edecek miyiz?


