Giriş
Demokrasi çoğu zaman halkın eşitliği ve özgürlüğü olarak övülür, fakat gerçekte işler her zaman öyle yürümez. Çünkü herkesin oy hakkı eşit olsa da, her oy aynı bilinçle verilmez. Kimileri kolayca ikna edilir, kimileri sandığa gitmez; sonuçta yönetim, halkın tamamının değil, sadece ikna edilenlerin iradesiyle belirlenir. Bu yazıda demokrasinin ikna ve propaganda tuzağına nasıl düştüğünü, sessiz kalanların sesinin nasıl kaybolduğunu ve demokrasiyi daha bilinçli ve güçlü kılmak için neler yapılabileceğini kendi bakış açımdan ele alıyorum.
Demokrasi, Oy Kalitesi ve Katılımın Önemi Üzerine Bir Bakış
Demokrasi denildiğinde çoğu insanın aklına eşitlik ve özgürlük gelir. Sandığa giden herkesin oyunun aynı değerde olması, kulağa adaletli bir sistem gibi gelir. Ancak bana göre asıl sorun, her oy aynı değerde kabul edilse de, her oy aynı kalitede midir?
Bir insan seçim döneminde birkaç sloganla, bir afişle veya bir televizyon reklamıyla kolayca ikna olabilir. Bir başkası ise ne söylenirse söylensin ikna olmaz, sandığa gitmez. Burada bir çelişki doğuyor: İkna edilenler gidip oy kullanıyor, ikna edilmeyenler sürecin dışında kalıyor. Sonuçta yönetim, aslında halkın tamamının değil, sadece ikna edilenlerin iradesiyle belirleniyor.
Bu bana göre demokrasinin en büyük zaafıdır. Çünkü bilinçle, araştırarak, düşünerek verilen bir oy ile, sadece duygusal bir etkiyle kullanılan oy aynı kefeye konuyor. Böylece demokrasi, halkın ortak aklı olmaktan çıkar, sadece “ikna gücü” en yüksek olanların oyunu haline gelir.
Binlerce yıl önce Platon da bu noktaya dikkat çekmişti. Ona göre devlet yönetmek, gemi kullanmaya benzerdi. Gemiyi güvenle limana ulaştıracak olan, denizcilikten anlayan bir kaptandır. Eğer yolcular kaptanı oylarıyla seçerse, çoğu kez felaketle sonuçlanır. Platon’un bu uyarısı, aslında bugün hâlâ geçerlidir: Devlet yönetimi sadece eşitlikle değil, aynı zamanda bilgi ve bilinçle şekillenmelidir.
Benim kendi bakış açımdan mesele şu: Demokrasi yalnızca eşit oy hakkı değildir. Evet, eşitlik şarttır; ama yeterli değildir. Eşitliği, bilinçle ve zorunlu katılımla tamamlamadıkça demokrasi sadece ikna edilenlerin yönetimi olmaya devam eder.
Demokrasi: Gerçekten Halkın İradesi mi, İkna Gücünün Yarışı mı?
Demokrasi eşitlik üzerine kurulu görünür. Sandığa giden herkesin oyu aynı değerdedir. Ancak bu eşitlik tek başına demokrasiyi güçlü kılmaz.
Bir kişi bir sloganla ikna olur, bir başkası sandığa gitmez. Yönetimi belirleyen, aslında sadece ikna edilenlerdir. Bugün siyasetin en zayıf noktası da budur. Reklamlar, sosyal medya kampanyaları, afişler… Seçmeni bilinçten çok duyguya yönlendiriyor. Daha çok parası olan, daha çok ekran süresi alan taraf öne çıkıyor.
Katılım oranı düşük olduğunda demokrasi daha da kırılgan hale geliyor. Örneğin %50 katılım olan bir seçimde %30 oy alan parti, aslında toplumun yalnızca %15’inin desteğini temsil eder. Çoğunluk gibi görünür, ama çoğunluğun sesi değildir.
Benim önerim basit: Katılım zorunlu hale gelmeli. Herkes sandığa gitmeli; propaganda da sınırlandırılmalı. Demokrasi, ancak bilinçle verilen kararlarla gerçek anlamını bulur.
Sessiz Sandıkların Sesi
Demokrasi…
Kağıt üzerinde eşitlik, hayatın içinde tartışma.
Bir oy, bir oy daha, hepsi yan yana konur ve aynı değeri taşır.
Ama ben soruyorum: Gerçekten her oy aynı mıdır?
Bir insan bir sloganla ikna olur, bir afişle yön değiştirir.
Bir başkası hiçbir şeye inanmaz, sandığa gitmez.
O zaman kim yönetir bizi?
Halk mı, yoksa bizi en çok ikna edenler mi?
Bugünün demokrasisi bir fikir buluşması değil,
bir propaganda sahnesi.
Paranın, reklamın, ekranların yarışı.
Kimin sesi daha çok çıkıyorsa,
kimin sözü daha parlaksa,
oylar ona akar.
Ama geride kimler kalır?
Sandığa gitmeyenler…
Onların sessizliği,
çoğunluğun sesi gibi gösterilir.
Oysa çoğunluk bazen sandıkta değil,
evlerinde suskun bekleyenlerdedir.
Benim için demokrasi böyle olmamalı.
Demokrasi, bilinçle verilmiş kararların toplamı olmalı.
Herkes sandığa gitmeli,
istemeyen boş oy kullansın ama gitmeli.
Çünkü demokrasi, “katılmayanların” değil,
herkesin bir şekilde sesini duyurduğu bir süreçtir.
Gerçek demokrasi,
sandığa atılan kâğıtların toplamı değil,
toplumun tamamının bilinçli iradesidir.
Kapanış
Demokrasi, yalnızca sandığa atılan oyların toplamı değil, halkın bilinçle verdiği kararların yansımasıdır. Eğer süreci sadece ikna gücü yüksek olanların yarışına bırakır ve sessiz kalanların iradesini yok sayarsak, demokrasi zamanla anlamını yitirir. Ama katılımı zorunlu hale getirir, propagandayı sınırlayıp halkı bilinçlendirirsek; demokrasi sadece bir sistem değil, toplumun gerçek sesi olur. Çünkü gerçek demokrasi, sessiz kalanların da duyulduğu, herkesin bilinçli iradesinin yaşadığı yerdir.


