Hayatta hepimizin bildiği ama bir türlü değiştiremediği davranışlar var. Aslında neyin bize zarar verdiğini çok iyi biliyoruz, ama yine de aynı şeyi tekrar yapıyoruz. Sanki elimizde doğru düğme var ama inadına hep yanlış olana basıyoruz.
Bir bardak şarabı bırakmaya karar verip akşam yine kadehi doldurmak…
Bir tartışmada susmak daha doğruyken, öfkeyle ağzımızdan dökülen sözler…
Ya da banka hesabı zaten sinyal verirken, “Şimdi al” tuşuna basıp gereksiz bir alışveriş yapmak…
Bunların hiçbiri aptallık değil. Bu aslında beynimizdeki garip bir çelişki: Bilgi ile davranış arasında eksik bir köprü.
Bilim insanları bu konuyu uzun süredir inceliyor. Bazı insanlar hatayı fark eder etmez yolunu değiştiriyor. Bazıları biraz desteğe ihtiyaç duyuyor, ama yine de yeni yolu seçebiliyor. Fakat bir grup var ki, tüm uyarılara rağmen aynı hatayı tekrarlıyor. Sanki “Biliyorum ama böyle alıştım” diyorlar.
Bunu ilişkilerde görüyoruz: Kırıldığımız, mutsuz olduğumuz halde kalmaya devam ediyoruz. Yemek alışkanlıklarında görüyoruz: Zararlı olduğunu bildiğimiz halde ikinci, üçüncü tabağı yiyoruz. İş hayatında görüyoruz: Tükenmiş hissediyoruz ama aynı rutinlere devam ediyoruz.
Beynimiz konfor alanını seviyor. Tanıdık olan, zarar verse de güvenli hissettiriyor. Ve bu yüzden değişim sadece bilgiyle olmuyor. Bazen yeni yöntemler, yeni bakış açıları, hatta küçük “yeniden programlamalar” gerekiyor.
Belki asıl soru şu:
Ben hangi tuşa hep yanlış basıyorum? Ve bu döngüyü kırmak için ne tür bir desteğe ya da değişime ihtiyacım var?
Bu sorunun cevabı herkeste farklı. Ama ortak nokta şu: Yanlış düğmeye basmak bizim tembel ya da başarısız olduğumuzu göstermiyor. Bu sadece insan olmanın bir parçası.
Çözüm ise suçlamaktan değil, anlamaktan geçiyor. Kendimize kızmak yerine, neden o hataya tekrar düştüğümüzü anlamaya çalışmak. Kendimizi utandırmak yerine, sabırla başka yollar denemek.
Çünkü bir gün fark edeceğiz: O yanlış düğme artık karşımızda durmuyor bile. Ve belki de işte o gün, gerçekten yeni bir sayfa açılmış olacak.


