Ateşin dili yoktur ama etkisi her şeyi söyler. İzmir’de günlerce süren büyük yangınlar, sadece ormanları değil; köyleri, evleri, hayalleri ve güven duygusunu da kül etti. On binlerce kişi tahliye edildi, binlerce hektar alan yok oldu. İnsanların yüzündeki korku, alevlerin kızıllığına karıştı.
Yangın yalnızca doğayı yakmadı, toplumun da sorularını harladı: Neden her yaz aynı manzarayı yaşıyoruz? İhmaller, yetersiz önlemler, geç kalmış müdahaleler… Ve en yakıcı soru: Bu yangınların ne kadarı gerçekten doğaldı, ne kadarı insan eliyle büyütüldü?
Bir ağaç yanarken yalnızca odun olmuyor, gökyüzüne karışan her duman bir neslin geleceğinden çalıyor. Çünkü orman, sadece ağaç demek değildir; içinde barınan kuş, toprağa tutunan kök, köylünün rızkı, çocuğun nefesidir.
İzmir’deki yangın, bize bir kez daha doğayla olan ilişkimizi sorgulatıyor. Biz doğayı korumayı hâlâ bir lüks olarak görüyorsak, aslında kendi hayatımıza ihanet ediyoruz. Çünkü orman yanarsa, sadece ağaçlar ölmez; toplumun geleceği de sessizce küle dönüşür.
Açık Soru:
Yangın sonrası sorumlular kim olacak? Gerçekten sorumlular mı hesap verecek, yoksa yine birkaç küçük görevli “günah keçisi” ilan edilip dosya kapanacak mı? Ve biz, her yaz aynı alevlerin gölgesinde yaşamaya mahkûm mu olacağız?


