Bazen tehlike, en beklemediğimiz yerde gizlenir: Evde, masanın üstünde duran bir şişede. Son aylarda artan kaçak alkol zehirlenmeleri, aslında hepimizin gözünün önünde duran bir gerçeği açığa çıkardı. İnsanlar, yüksek vergiler yüzünden yasal içkiye ulaşamayınca, merdiven altı üretilen, metanol karışımlı içkilere yöneliyor. Sonuç: onlarca ölüm, yüzlerce hastane vakası, sakat kalan hayatlar.
Bu mesele yalnızca “kaçak içki” meselesi değildir. Bu, aynı zamanda ekonomi, toplumsal sağlık ve devletin sorumluluk zincirinin ortasında duran bir krizdir. Bir yanda keyif için bir kadeh almak isteyen ama cebine bakınca geri adım atan vatandaş; diğer yanda kar hırsıyla ölüm satan kaçakçı… Ve ortada, kaybolan hayatlar.
Kaçak alkol zehirlenmeleri, toplumda görünmeyen bir eşitsizliği de ortaya koyuyor. Çünkü ekonomik gücü yeten, vergisi ne olursa olsun güvenli ürüne ulaşabiliyor; gücü yetmeyen ise ölüm riskiyle karşı karşıya kalıyor. Bu bir tercih değil, çaresizliğin trajik bir yansımasıdır.
Her ölüm haberi aslında bir alarm zili. Ama biz bu zilin sesini ne kadar duyuyoruz? “Kaçak içki içmeselerdi” kolaycılığıyla omuz silkip geçmek mi çözüm? Yoksa asıl meseleye – vergiler, denetim, toplumsal bilinç – dokunmak mı?
Unutmayalım: Bir şişenin içindeki zehir sadece alkol değil; aynı zamanda ihmallerin, ekonomik baskının ve görmezden gelinen sosyal yaraların da tadıdır.
Açık Soru:
Yakalanan kaçakçılar elbette ceza alacak. Ama peki ya asıl sorumlular? Vergi politikalarıyla insanları ölümcül seçeneklere iten düzenin sahipleri hiç sorgulanacak mı? Yoksa biz yine faturayı sadece sokaktaki satıcıya kesip, hayatını kaybedenleri unutup yolumuza devam mı edeceğiz?


