Aynı sokaktan geçiyoruz, aynı marketten alışveriş yapıyoruz, aynı otobüse biniyoruz. Ama göz göze geldiğimizde, sanki iki farklı dünyadan gelmiş gibiyiz. Türkiye’de göçmen meselesi işte tam da bu “yan yana ama ayrı” yaşama haliyle karşımızda duruyor.
Bir yanda “ekmeğini kazanmak için buradayım” diyenler, diğer yanda “işimi elimden alıyorlar” diye düşünenler… Göçmenler çoğu zaman ucuz iş gücü olarak görülüyor, çoğu zaman da mahalle aralarında sessiz bir görünmezliğe mahkûm ediliyor. Ancak gerçekte, bu görünmezlik giderek büyüyen bir toplumsal fay hattına dönüşüyor.
İnsanlar birbirine yabancılaşıyor. Aynı sokakta büyüyen çocuklar bile farklı diller, farklı kültürler arasında bir arada ama ayrı hayatlar yaşıyor. Birlikte yaşam kültürü yerine, önyargılar, korkular ve sessiz bir gerginlik yayılıyor.
Göç olgusunu yalnızca “onlar geldi” ya da “gitsinler” meselesine indirgemek çözüm değil. Asıl mesele, bu insanların nasıl entegrasyon sağlayacağı, toplumun birlikte nasıl huzur bulacağıdır. Aksi halde aynı sokaklarda yürüyen insanlar, birbirinin varlığını tehdit olarak görmeye devam edecek.
Açık Soru:
Göçmenlerle ilgili asıl sorumuz şu olmalı: Aynı sokakta yaşamaya devam edeceğiz, peki bunu bir çatışma mı, yoksa bir zenginlik mi haline getireceğiz?


