İnsanın inanması zor ama bazı sesler vardır, yokluklarında fark edilirler. Çatal bıçağın hafif şıngırtısı, aynı anda geri çekilen iki sandalye. Her zamanki saatte kapıda dönen anahtar. Kulaklara yerleşmiş bir şarkı gibi söylenen yumuşak bir “Ben geldim.” Ve sonra, birdenbire, kesin, geri dönülmez bir şekilde bütün bunlar kaybolur. Yanında hep var olan insan artık yoktur. Geriye kalansa, en büyük odadan bile daha geniş bir boşluktur.
Dul kalmak sadece bir hukuki statü ya da aile defterinde yeni bir sayfa değildir. Katmanları olan büyük bir kırılmadır. İlk katmanda acı vardır, kayıp. Ama daha derinde, daha inatçı, daha tanımlanması güç bir şey bulunur: yalnızlık. Öyle bir yalnızlık ki, eksikliği arkadaş sayısından değil, kaybolmuş bir yakınlıktan doğar. Ve o yakınlığı, hiçbir insan aynı şekilde geri getiremez.
Pek çok kişi, çocuklarının bu boşluğu kısmen doldurabileceğini umar. Ve gerçekten de öyle olur: Yetişkin çocuklar daha sık arar, daha çok uğrar, daha çok vakit ayırır. Özellikle anneler bu bağı yoğun hisseder. Sohbetler yapılır, yürüyüşlere çıkılır, pazar kahveleri birlikte içilir. Kalp ısınır, evin duvarları yeniden tanıdık sesler duyar. Ama içte, kimsenin dokunamadığı bir alan kalır. Orada hâlâ bir sessizlik vardır.
Bilim insanları yıllarca bu süreci incelemiştir. Çocukların ilgisinin yalnızlığı azaltmaya nasıl katkı yaptığını araştırmışlardır. Sonuç nettir: Çocuklarla bağ güçlenir, evet; ama o derin, duygusal yalnızlık genellikle kalıcıdır. Çünkü çocukların yeri hayatta farklıdır. Eşle paylaşılan bakışlar, sessizliğin kendine özgü tınısı, aynı değildir.
Bir baba şöyle demişti: “Eşim öldüğünden beri kızımla neredeyse her gün konuşuyorum. Bu konuşmaları seviyorum. Ama bazen telefonu kapattığımda daha da yalnız hissediyorum. Çünkü fark ediyorum ki, anlattıklarımı başka birine anlatıyorum ve asıl hissettiklerimi söyleyemiyorum; yoksa onu yük altında bırakırım.”
İşte asıl mesele burada başlar. Çocuklar yanınızdadır, destek olur, teselli verir. Ama eşin yerini dolduramazlar. Doldurmaya çalıştıklarında ise hem ebeveyn hem çocuk sessiz bir suçluluk hisseder. Beklentiyi hissedersiniz ama dillendirmezsiniz. Yardım etmek istersiniz ama özgür kalmak da. Teselli etmek istersiniz ama yerine geçmek değil.
Gerçekten ne yardımcı olur? Belki yanıt sadece ailede değildir. Belki komşuyla yapılan kısa ama samimi bir sohbet, köpek gezdirirken kurulan yeni bir tanışıklık, fırındaki kadının hafta sonunu gerçekten merak ederek sormasıdır. Bunlar onlarca yıllık bir evliliğin yerini tutmaz, ama kopmuş iplerin yerine yeni ince bağlar örer.
Bunun için zamana, sabra ve bazen biraz cesarete ihtiyaç vardır. Bitmiş bir bölümün yankısı sürerken yeni sayfalar açabilme cesareti. Anıları onurlandırıp onlara saplanıp kalmamak. Ve yalnızlığın bazen sevginin derinliğinin de bir kanıtı olabileceğini kabul etmek.
Çocuklar bu yolculukta eşlik edenlerdir. Dost, sırdaş, yol arkadaşıdırlar. Ama kalbin kaybolan parçasının yedeği değillerdir. Bunu fark edenler, çocuklarıyla ilişkiye gerçek alan açar: Yeni bir yakınlık biçimi. Bir boşluğu doldurmak için değil, farklı ama değerli bir bağ kurmak için.
Belki de mesele yalnızlığı tamamen yenmek değil, onunla yürümeyi öğrenmektir. Gözleri açık, yeni seslerle, farklı sabahlarla. Ve bilerek ki: Büyük bir kayıptan sonra bile sabah yine doğar. Daha sessiz, daha yabancı belki. Ama her zaman yeniden hayatta bir “ev” bulma ihtimaliyle.


