Tatile çıkarken kafamızda binbir düşünce olur. Onları sanki görünmez bir bavul gibi yanımızda taşırız – yapılacak işler, yarım kalmış mailler, bitmemiş sohbetler, küçük suçluluklar, büyük planlar… Hatta tatilde bile yapmamız gereken şeyleri yanımızda götürür, eski hayatı sınırdan gizlice içeri sokarız. İlk günler gerçekten de öyle geçer: Bedenen oradayız ama zihnen hâlâ evdeyiz. Telefona bakar, işleri takip eder, plan yapar, hiçbir şey kaçırmak istemez, kontrolü elimizde tutmaya çalışırız. Üstelik bir de yeni ortama alışmaya çabalarız: farklı kokular, sesler, diller, yollar… Ve bir noktada, yavaş yavaş, fark edilmeyen ama hissedilen bir aşırılık duygusu gelir. Ufak şeyleri unuturuz, oda anahtarını kaybederiz, gözlüğü kafede bırakırız, zihnimiz karışır. İçten içe dileriz ki bu hâl çabucak geçsin, bir an önce “tatilin içine” girelim.
Ve sonra – belirsiz bir anda – değişim olur. Ne büyük bir işaret vardır, ne de bir “Şimdi başladı!” uyarısı. Sadece kafada küçük bir devrilme hissi. Birden bire, önceden çok önemli olan şeyler hâlâ vardır ama artık burada ve şimdi değildir. Onlar başka bir zamana, başka bir yere aittir. İşte bu “burada değil, şimdi değil” hali kalbe ve zihne bir battaniye gibi serilir. İçimizi huzur kaplar, hafifleriz. Dışarıdaki değişim, içeride de bir değişim başlatır.
Psikoloji bu durumu çok iyi tanır. Beynimiz mekânlara ve rutinlere sıkı sıkıya bağlıdır. Evde otomatik pilotla hareket ederiz. Yeni yerler ise bu otomatiği bozar, bizi daha bilinçli yapar. Başta bu yüzden yorgun hissederiz. Ama sonra devreye “bağlam değişimi etkisi” girer: Zihnimiz ayırmaya başlar – burası tatil, orası gündelik hayat. Bu ayrım, tıpkı yeni bir nefes gibi iyi gelir.
Sosyal açıdan da benzer bir etki vardır. Günlük yaşamda rollerimiz vardır: iş arkadaşı, komşu, sorun çözücü… Tatilde bu roller yoktur. Kimseye bir şey kanıtlamamız gerekmez. Sadece oturabilir, yürüyebilir, bakabiliriz. Sonuç almak zorunda olmadan.
Çoğu insan bu anı beklenmedik şekilde yakalar: Sahilde dalgaları dinlerken, dar sokaklarda dolaşırken, baharat kokularının arasında… Bir gülümseme gelir, hiçbir şey gerektirmez. Derin bir nefes alınır, sanki yeniden nefes almayı öğrenmişiz gibi. Ve o düşünceler, eskiden çok baskın olanlar, sessizleşir. Kaybolmazlar, sadece başka bir odaya çekilirler.
İşte bu noktada sihir ortaya çıkar. Fark ederiz ki günlük stres aslında mekânlara bağlıdır. Bazen sadece yer değiştirerek düğüm çözülür. Böylece anlarız: Biz düşüncelerimiz değiliz. Onları her yere taşımak zorunda değiliz. Onları bir süreliğine eski hayatın vestiyerine bırakabiliriz.
Tatil yalnızca bedeni değil, ruhu da giydirir. Dış dünyada hiçbir şey değişmez – faturalar, işler, çatışmalar oradadır – ama burada, şimdi, bu başka yerde bizi yakalayamazlar. Bu unutmak değildir, bu bilinçli bir “dokunmama” hâlidir. Kendimize çok az izin verdiğimiz bir mola.
Sonra bir akşam, gün batımına bakarken, bir bardak su ya da şarap yudumlarken, önemsiz bir şeye gülerken fark ederiz: Bu özgürlük planlanmaz, satın alınmaz. O kendiliğinden olur. Ve bazen tek gereken, küçük bir mesafe – ve düşüncelerimizin bavulunu bulamayacağı bir yer.



