Bu yazıyı kaleme alırken şunu düşündüm: Gurbetçi seçmen neden bu kadar kolay hedef oluyor?
Cevap, sadece seçim sonuçlarında değil; tarihin, algıların ve siyasetin iç içe geçtiği bir yerde
Benim için önemli olan şu: İnsanları birer sayı olarak görmek yerine, onların yaşadığı duyguyu, sıkışmışlığı, köksüzleşme hissini anlamak. Çünkü toplumu onaran şey, hesap kitap değil; birbirimizi yeniden kucaklayabilme cesaretidir.
Nereden Geliyor Bu Düşmanlık?
1960’larda Avrupa’ya giden ilk işçiler “misafir işçi” diye çağrılıyordu. Çalışıp döneceklerdi. Ama dönmediler. Çocuklar doğdu, köylerde evler yapıldı, bağlar kuruldu. O dönemde gurbetçi değerliydi çünkü döviz getiriyordu.
Yıllar geçtikçe tablo değişti. Yazın arabalarıyla gelen, Euro’yla harcama yapan ama Türkiye’nin sorunlarına uzaktan bakan insanlar gibi görülmeye başlandılar. Hem “bizden” hem de “bizden değil.”
Ve zamanla bu algı kolayca öfkeye dönüştü. Sosyal medyada yıllardır aynı cümleler dolaşıyor:
“Mevsimlik vatanseverler geldi.”
“Dönüş yolundaki kaza haberlerini bekliyoruz.”
Aslında bu düşmanlık yeni değil. Ama 2023 seçimlerinde siyasetin psikolojik oyunlarıyla en görünür haline geldi.
Siyasetin Psikolojik Oyunu
2023 seçimlerinde bu önyargı siyasete taşındı. Erdoğan küçük bir farkı büyütüp “Avrupa’daki Türkler benim yanımda” dedi. Muhalefet bu söylemi kıracağına, tartışmanın parçası oldu.
Matematik açıktı: 3,4 milyon kayıtlı seçmenden 1,7 milyonu sandığa gitti. Erdoğan 2. turda 578 bin fazla oy aldı. Etkisi sadece 0,25 puan.
Ama algı bambaşkaydı:
“Seçimi gurbetçiler kaybettirdi.”
Ve milyonlarca insan topluca suçlandı.
Almanya Örneği: Eksik Kıyaslar
Televizyonlarda, tartışma programlarında hep aynı karşılaştırma yapıldı: maaş ve fiyatlar.
“Orada da hayat pahalı” diyenler oldu.
“Orada asgari ücretle krallar gibi yaşanıyor” diyenler oldu.
Ama asıl fark hiç konuşulmadı:
- Basın özgürlüğü
- Hukukun bağımsızlığı
- Keyfi gözaltıların olmaması
- Bireysel hakların güvence altında olması
Gerçek kıyas buradaydı. Ama mesele hep ekonomiye sıkıştırıldı. Ve gurbetçi yeniden hedefe kondu.
Çifte Yabancılaşma
Avrupa’da yaşayan Türkler iki kez sıkıştırılıyor.
- Avrupa’da kendini “yabancı” hissedenler var, hissetmeyenler de.
- Ama Türkiye’den gelen suçlamalar, bir kısmını orada daha da yabancılaştırıyor.
Sorun çoğu zaman dışarıdan gelen kabullenmeden çok, gurbetçinin kendi kimliğini benimseyememesinde. Bir yanıyla Türkiye’ye bağlı kalmak istiyor, diğer yanıyla Avrupa’daki hayatını sürdürüyor. Ama iki taraf arasında sıkıştıkça, içerde bir köksüzleşme duygusu büyüyor.
Psikolojide buna “kimlik çatışması” denir. Diaspora araştırmaları da şunu söyler: Kimlik, başkalarının verdiği onayla değil, kişinin kendi içsel kabulüyle oluşur. Ama gurbetçi seçmen, hem Avrupa’dan hem Türkiye’den farklı beklentilerle karşılaştığı için bu çatışmayı en derin haliyle yaşıyor.
Ve Türkiye’den gelen “siz kaybettirdiniz” damgası, bu çatışmayı daha da ağırlaştırıyor. İçten gelen sesle birleşiyor, en yıkıcı soruya dönüşüyor:
“Ben aslında nereye aitim?”
Gurbetçi Modeli: Türkiye’nin “Kosova–Euro” Versiyonu
Gurbetçi sadece siyasette değil, ekonomide de yanlış algılanıyor. Aslında Türkiye için ayrı bir “gurbetçi modeli” var.
Kosova bugün AB üyesi değil ama Euro kullanıyor. Bu para Kosova’nın kendi parası değil; yurtdışından gelen işçiler ve yabancıların getirdiği Euro ile çark dönüyor. Yani ülke, kendi üretmediği bir parayla ayakta kalıyor.
Türkiye için gurbetçi de benzer bir rol üstlendi:
- Döviz gönderdi.
- Yazın tatilde harcama yaptı.
- Arabasıyla, yatırımıyla ekonomiye katkı sağladı.
Belki artık Türkiye gurbetçiye eskisi kadar ihtiyaç duymuyor. Ama bu “kullanma tarihi bitti” demek değildir. Doğru cümle şudur:
“Ne mutlu ki bağımlılığımız azaldı ama gurbetçinin katkısını unutmuyoruz.”
Son Söz
Benim için mesele rakam değil, insan. Çünkü kaybedilen seçim değil; kaybedilen güven, bağ ve birbirini anlama cesareti.
Unutmayalım:
“Hedef tahtasına koymak, sadece yeni kayıplar yaratır. Kazanmak isteyen, gurbetçisini suçlamaz; kucaklar.”

Gurbetçi, sandıktaki oyundan çok, bavulundaki hasretiyle bu ülkenin parçasıdır.


