2025, devletin ilanına göre “Aile Yılı.” Kâğıt üzerinde kulağa hoş geliyor: Aile destekleri, birlik ve beraberlik vurguları, toplumsal değerlerin öne çıkarılması… Fakat sokağa çıktığınızda başka bir manzara görüyorsunuz. Çöplerden karton toplayan, simit satmaya çalışan, günün yarısını bir atölyede geçiren çocuklar… Gerçek aile yılı bu mu?
Asgari ücret 22 bin lira seviyesinde. Kiralar uçmuş, mutfak masrafları bir aileyi yutacak hale gelmiş. Çocuğunu okutmak isteyen bir anne-baba, en temel gıdayı bile almakta zorlanıyor. Böyle bir tabloda aileye destek yalnızca afişlerle, törenlerle mi olur?
Çünkü gerçek şu: Çocuk ekmek peşinde koşuyorsa, orada aile değil, çaresizlik yılı yaşanıyor demektir. Devletin en önemli görevi, çocuğun çocuk kalmasını sağlamaktır. O çocuk, çalışmak için değil, oyun oynamak için sokağa çıkmalı. Kitap defter taşımak için çantasını omuzlamalı, geçim derdiyle değil.
“Aile Yılı” ancak şu soruya verilen yanıtla gerçek olur: Bir çocuğun emeğini sömürülmekten kurtarabiliyor muyuz? Eğer cevabımız hayırsa, yılın adı ister Aile Yılı olsun, ister başka bir şey… Toplumun vicdanındaki boşluk değişmez.
Açık Soru:
Çocuk işçiliği, yoksulluğun en acı yüzü. Peki bu çocukların sorumluluğu yalnızca ailelerin mi? Yoksa onları bu noktaya getiren ekonomik düzenin de hesabı sorulmalı mı?


