Son günlerde yaşanan bir olay, hepimizi derinden düşündürdü. Bir baba, kızını “kötü yola düşecek” korkusuyla vurdu. Bu sadece bir bireysel trajedi değil; aynı zamanda toplumun şiddete bakışının, ahlak anlayışının ve hukuk sisteminin aynası.
Çocuklar anne-babanın malı değildir, onlar bağımsız birer bireydir. Devletin ve toplumun görevi, çocukların güvenli, sağlıklı ve özgür bir ortamda büyümesini sağlamaktır. Eğitim, sosyal destek ve psikolojik danışmanlık eksik kaldığında çocuklar savunmasız hale gelir. Şiddet ise korumaz, aksine derin yaralar açar.
Aile dediğimiz kurum güvenin yuvası olması gerekirken, çoğu zaman şiddetin en ağır yaşandığı yer haline geliyor. “Kötü yola düşmesin” bahanesi, aslında erkek egemen bir kontrol anlayışının tezahürüdür. Koruma adı altında uygulanan baskı, sevgi değil şiddeti doğurur. Oysa gerçek sevgi, korkutmaz; yol gösterir.
Hukuki açıdan da tablo nettir: Türk Ceza Kanunu’na göre kasten yaralama ya da öldürmeye teşebbüs suçtur ve aile içi olması suçu hafifletmez, tam tersine ağırlaştırır. Burada “baba sevgisi” bahanesiyle hafifletici sebep aranamaz. Çünkü şiddetin hiçbir gerekçesi olamaz.
Asıl mesele ahlak ve etik boyutunda ortaya çıkıyor. Çocuğunu sevgiyle büyütmek yerine şiddetle “korumaya” çalışan bir anlayış, ahlak değil yanılgıdır. Gerçek ahlak, insanın yaşam hakkına zarar vermemekle başlar. Etik değerler, çocuğu korkuyla değil değerle, sevgiyle, eğitimle büyütmeyi gerektirir.
Çocuk koruma politikalarının güçlendirilmediği, aile içi şiddetin ciddiyetle cezalandırılmadığı bir toplumda, bu tür acı olaylar ne yazık ki tekrar edecektir. Unutulmamalı ki, bir çocuğu korumak onu cezalandırmakla değil, ona sevgi, eğitim ve özgürlük vermekle mümkündür.


