Hepimizin başına gelmiştir…
Kafada milyon tane plan vardır ama iş harekete gelince bir türlü olmuyordur.
Beynimiz aslında inanılmaz hızlı çalışıyor. Daha otobüste otururken kafamız toplantıya girmiş oluyor. Konuşmayı prova etmişiz, karşıdakinin cevabını tahmin etmişiz, hatta ona vereceğimiz cevabı bile hazır etmişiz. Kısacası, içimizde bir leopar var, deli gibi koşuyor.
Ama mesele eyleme gelince… işte orada salyangoz devreye giriyor.
Ayağa kalkmak gerekir, kalkmazsın. Bir cümle söylemek gerekir, susarsın. Karar vermek gerekir, ertelersin. Kısacası kafada çoktan olmuş bitmiş olan şey, hayatta bir türlü gerçekleşmez.
Bunu yaşarken kendimize kızıyoruz: “Tembel miyim? Cesaretim mi yok?” diye. Ama mesele bu değil. Aslında beynin bir yanı bizi ileri iterken, diğer yanı frene basıyor. O frende hep aynı ses var:
“Dur bakalım, emin misin? Ya ters giderse?”
Bu yüzden içimizde bir çatışma yaşanıyor. Leopar “hemen şimdi” diyor, salyangoz “yarın yaparız” diyor.
Gündelik hayatta da bunun örneği çok.
Dolabı açıyorsun, aklın “çikolata yeme” diyor ama el gidip alıyor.
İşinden sıkılmışsın, ayrılmayı düşünüyorsun ama yine de kalıyorsun.
Biten ilişkiden çıkman lazım ama hâlâ sürdürüyorsun.
Kısacası akıl çoktan yeni bir hayata geçmiş, ama ayaklar hâlâ yerinde sayıyor.
Peki bu kötü bir şey mi?
Her zaman değil. Çünkü bazen ağırdan almak iyidir. Leoparın hızını salyangoz dizginler. Bizi yanlış adımlardan korur. Ama bazen de fazla oyalanmak, fırsatları kaçırmamıza sebep olur.
Burada önemli olan kusursuz adımlar değil, küçük adımlar.
Bir cümleyi söylemek, bir sınır çizmek, bir başvuruyu göndermek… Ne kadar ufak olursa olsun, gerçek bir hareket. İşte o zaman leoparla salyangoz yan yana yürümeye başlar.
Çünkü mesele hız değil.
Mesele yön.



