Hayat bazı insanları daha çok erken, bütün ağırlığıyla vurur. Kaotik koşullarda büyürler, sevdiklerini kaybederler ya da başkalarının hiç karşılaşmadığı engellere takılırlar. Yine de bazılarının yıllar sonra hayata kattığı dinginlik neredeyse büyülü bir şey gibidir. Başkalarının pes ettiği yerde ayağa kalkarlar, çıkmaz sokakta yol bulurlar ve zemin ayaklarının altından kayarken bile gülümseyebilirler. Psikologların buna verdiği isim “resilyans”, yani ruhsal dayanıklılık. Ve dikkatle bakıldığında görülür ki bu, sabit bir yetenek değil; tam tersine, çorak toprakta bile filizlenen bir bitki gibi büyüyebilen bir güçtür.
Yeni araştırmalar, bu içsel gücün tek bir hileye ya da gizemli bir gene dayanmadığını ortaya koyuyor. Dayanıklılık, birbirine geçmiş dişliler gibi işleyen pek çok unsurun toplamından doğuyor. Bilim insanları bunu genelde altı temel sütun üzerinden anlatıyor:
- Gerçekliği kabul etmek: Hayatın aksayabileceğini bilmek ve dünyanın yıkılmadığını görmek, fırtınalara daha sakin bakabilmeyi sağlıyor.
- Düşünceyi yönetmek: Sorunları büyütmek yerine parçalarına ayırmak, analitik kalabilmek. Kalp hızla çarpsa bile zihni berrak tutabilmek.
- İlişkiler: Hiç kimse bir ada değildir. Dayanıklı insanların yanında genellikle en az bir-iki kişi vardır: bir dost, bir kardeş ya da sessizce yanına oturup kahve uzatan bir iş arkadaşı.
- Kendi gücüne inanmak: Küçük bir kararın bile büyük dönüşüm getirebileceğini deneyimleyen kişi, hayatın bir deniz değil, yön verilebilecek bir nehir olduğunu hisseder.
- Duygularla sağlıklı ilişki: Her zaman mutlu olmak değil; korkuya, öfkeye ya da acıya da yer açmak. Onlara kapılmadan, ama yok saymadan dalgaların gelip geçmesine izin vermek.
- Gelecek kurabilmek: Hayalleri planlara dönüştürmek, planların esnek kalmasına izin vermek. Küçük adımlarla da olsa ilerlemek.
Bütün bunlar hayatı kolay kılmaz; ama zor zamanlarda elimizde bir içsel alet çantası olur. Üstelik bu beceriler öğrenilebilir. Stresle başa çıkma eğitimlerinde, terapilerde ya da bilgece sohbetlerde yeni bakış açıları gelişir. Nörobilim bile gösteriyor ki, zorluklarla baş etmeyi öğrenen insanların beyinlerinde duygu kontrolü, problem çözme ve sosyal ilişkilerle ilgili bölgeler daha güçlü bağlantılar kuruyor.
Gündelik yaşamda bu güç kendini küçük ama çok değerli anlarda belli eder:
- İşten çıkarıldıktan sonra arkadaşlarla atılan ilk kahkaha.
- Ayrılığın ardından önce ağlatan, sonra birlikte söylenen o şarkılar.
- Çocukken sürekli “yetersizsin” denilen birinin yeni işe başlaması ve yorgun ama gururlu eve dönmesi.
Dayanıklılık, varılacak sabit bir nokta değil; yaşayan, gelişen bir süreçtir. Her konuşmada, her deneyimde, her “yeniden ayağa kalkma” denemesinde büyür. Belki de sırrı şudur: Güç, acının yokluğu değil; acıya rağmen büyüyebilme becerisidir. İşte bu yüzden, sessiz ama olağanüstü bir güçtür.


