Çoğu zaman dikkatimiz yüksek sesle konuşanlara, ortalığı karıştıranlara, öfkesini belli edenlere yönelir.
Ama peki ya sessiz kalanlar?
Bir çocuk sınıfta her zaman arka sırada oturuyorsa, kalemini defterine gömüp gözlerini kaçırıyorsa…
Bu sadece utangaçlık mıdır?
Yoksa duyulmayan bir çağrı mı?
Psikologlar yıllardır söylüyor: Sessizlik, her zaman huzurun işareti değildir.
Bazen içe kapanıklık, bastırılmış öfke ya da görünmeyen bir üzüntünün en güçlü ifadesidir.
Ama çoğu yetişkin, bu sessizliği “sorunsuz çocuk” olarak okur.
Sessiz olduğu için öğretmenler onlara daha az dikkat eder, aileler “en azından sorun çıkarmıyor” der.
Peki bu çocukların iç dünyası gerçekten sorunlardan uzak mı?
Yoksa en derin fırtınalar sessizlikle mi gizleniyor?
Bir örnek düşünelim:
İki çocuk aynı sınıfta.
Biri sürekli konuşuyor, kural tanımıyor, öğretmeni zor durumda bırakıyor.
Diğeri ise ders boyunca tek kelime etmiyor, teneffüste yalnız geziyor, sorulara cevap vermiyor.
Hangisi daha çok “fark ediliyor”?
Cevap açık: Ses çıkaran.
Ama belki de asıl yardıma ihtiyaç duyan, görünmeyen o sessiz çocuk.
Çünkü sessizliğin içinde çok şey olabilir:
▪ Utangaçlık.
▪ Yetersizlik duygusu.
▪ Evde yaşanan bir sıkıntının izleri.
▪ Ya da sadece görülme, fark edilme arzusu.
Sorulması gereken şu değil mi:
“Sen neden bağırıyorsun?” kadar,
“Sen neden hiç konuşmuyorsun?” da önemli bir soru değil mi?
Toplum olarak çoğu zaman sesi çok çıkanlara tepki verir, sessizleri gözden kaçırırız.
Oysa sağlıklı bir çocukluk sadece gürültüyle değil, sessizlikle de okunmalı.
Çocuklarımıza gerçekten kulak vermek istiyorsak, sadece söylediklerini değil, söylemediklerini de duymamız gerek.
Çünkü bazen en güçlü cümleler hiç söylenmeyenlerdir.



