Dostluklar, çoğu zaman ancak yokluklarında fark edilen şeylerdir. Günlük hayatımızda adeta arka planda çalan sessiz bir müzik gibidirler; doğal, fark edilmeyen. Ama sustuklarında, aslında hayatımızı ne kadar taşıdıklarını anlarız. Romantik ilişkiler kutlanır, kariyerler bir yaşam başarısı olarak görülür; dostluklar ise ilk bakışta daha mütevazı ve çoğunlukla geri planda kalır. Oysa aslında, çoğumuzun farkında bile olmadan üzerinde durduğu temeli oluştururlar.
Araştırmalar giderek daha net gösteriyor ki, dostluklar yalnızca güzel değil, hayati öneme sahiptir. Yakın dostları olan insanlar krizlerden daha hızlı toparlanır, daha az yalnızlık yaşar ve daha sağlam bir benlik algısı geliştirir. İlginçtir ki, bu güç büyük jestlerden değil, küçük anlardan doğar: Paylaşılan bir öğle yemeği, eski bir anıya birlikte gülmek, akşam gönderilen kısa bir mesaj… Tüm bunlar, “yalnız değilsin” mesajını verir. Özellikle performansın, hızın ve “kendini optimize etmenin” ön planda olduğu bir çağda, bu küçük anlar görünmez birer can simidine dönüşür.
Dostluklar, sürekli işlevselliğe zorlayan bir toplumun karşıt kutbudur. Güçlü dostluklar bize hatırlatır: Bir insanın değeri verimlilik ya da disiplinle ölçülmemeli. Çünkü çağımızın büyük anlatıları bizi bireysel sorumluluğa ve rekabete iterken, dostluklar sessiz bir direniştir. Çıkar gözetmeden yakınlık sunar, koşulsuz destek verir, beklentisiz bir anlayış sağlar.
Hepimiz biliriz: Bazen bir gün tamamen kötü gider ve sadece kısa bir “Her şey berbat” mesajı atarız. Gerçek bir dost o mesajın arkasındaki hikâyeyi okur. Bilir ki, orada tavsiyeye gerek yoktur; bir “Yanındayım” yeter. İşte bu sade anlar, en kalın rehber kitaplardan bile daha derin bir etki bırakır.
Psikolojik açıdan dostlukların gücü birkaç düzeyde işler: Stresi azaltır, sinir sistemimizi yatıştırır, aidiyet hissi verir ve kimliğimizi destekler. Ama en önemlisi, düşünce ve duygularımızı sürekli yargılanmadan paylaşabildiğimiz alanlar sunar. Böylece yaşam, görevlerin arka arkaya sıralandığı bir çizelge olmaktan çıkar; birlikte taşındığı için anlam kazanan bir hikâyeye dönüşür.
Yalnızlığın arttığı, birçok insanın gündelik hayatta kendini kaybolmuş hissettiği bir dönemde, dostluklar küçük deniz fenerleri gibidir. Fırtınada yalnız yürümediğimizi gösterirler. Önemli olan kişi sayısı değil, bağın derinliğidir. Sessizce yan yana oturabileceğimiz bir dost, yüzeysel sohbetler yaptığımız on kişiden daha çok destek verebilir.
Dostluklar özgeçmişe yazılmaz, para kazandırmaz, statü getirmez. Ama diğer her şey sarsıldığında ayakta kalan onlardır. Bizi biz taşıyamadığımızda taşır, insan olduğumuzu ve ancak birlikte tamamlandığımızı hatırlatır. O yüzden dostluklara yatırım yapan, önemsiz bir ayrıntıyı değil, dolu dolu bir yaşamın kalbini beslemiş olur.



