Son yılların en sıcak günlerini yaşıyoruz. Termometreler 40 derecenin üzerine çıkıyor, barajlar alarm veriyor, tarım arazileri kuruyor. Artık “yaz aylarında biraz sıcak oldu” diyerek geçiştirilecek bir durum değil; iklim krizi kapımızda değil, evimizin içinde.
İstanbul’dan İzmir’e, Diyarbakır’dan Konya’ya kadar birçok şehirde insanlar susuzluk tehdidiyle karşı karşıya. Bir yanda musluktan damlayan son damlayı biriktirenler, diğer yanda lüks sitelerde sınırsız su tüketimi… Eşitsizlik, iklim krizinin yükünü daha da ağırlaştırıyor.
Bilim insanları yıllardır uyarıyor: Eğer suyu dikkatli kullanmazsak, enerji politikalarını değiştirmezsek, gelecek nesiller için yaşanabilir bir dünya bırakmayacağız. Ama günlük telaş içinde, sanki sorun yalnızca birkaç yaz mevsimiyle sınırlıymış gibi davranıyoruz.
İklim krizi, yalnızca doğa meselesi değil; aynı zamanda ekonomi, sağlık, güvenlik ve adalet meselesidir. Çünkü su bittiğinde, gıda da biter; umut da biter.
Açık Soru:
İklim krizini ciddiye almak için daha kaç rekor sıcaklık yaşamamız gerekiyor? Susuz geleceğe hazırlanıyor muyuz, yoksa hâlâ günü kurtarma peşinde miyiz?


