Eskiden insanlar birbirine “ne iş yapıyorsun” diye sorardı. Şimdi ise “Instagram’da kaç takipçin var” diye soran bir kuşak büyüyor. Sosyal medya artık yalnızca bir iletişim aracı değil; aynı zamanda kimlik, itibar ve değer ölçüsü haline geldi.
Gençler, hayatlarının en özel anlarını paylaşmak için birbirleriyle yarışıyor. Beğeni sayısı, adeta bir sosyal statü kartı gibi işliyor. Fotoğraftaki gülümseme ne kadar sahici, paylaşılan mutluluk ne kadar gerçek? Bu soruların cevabı çoğu zaman belirsiz. Çünkü sanal kimlikler, gerçek duyguları gölgede bırakıyor.
Dijital dünyada sürekli görünür olma isteği, insanları yalnızlaştırıyor. Arkadaş kalabalığı içinde hissedilen boşluk, ekran başında daha da derinleşiyor. Sosyal medyada “çok mutlu” görünen birinin, gerçekte uykusuz, kaygılı ya da yalnız olması kimseyi şaşırtmıyor.
Bu çağın en büyük paradoksu şu: Bağlantılarımız arttıkça, gerçek bağlarımız azalıyor. Sosyal medyada görünür olan kimlik, gerçek hayatta kaybolan bir yüz haline geliyor.
Açık Soru:
Sosyal medyada ürettiğimiz kimlikler, bizi hayata bağlayan bir güç mü, yoksa gerçek benliğimizi yavaş yavaş silen görünmez bir maskeye mi dönüşüyor?


